15.8.14

30. ÜKG Blog Turu: Duvarların Dili Olsa || Alice Clayton - Alıntılar & Çekiliş







Bazen duvarlar o kadar incedir ki tutku aradan sızıverir. 
"Ah, tanrım." 
Tak. 
"Ah, aaahhh." 
Tak tak. 
Neler oluy... 
"Oh, aahh, çok iyi!"
... 
Caroline, San Francisco'daki yeni dairesinde ilk uykusundan işte böyle uyandı. 
Çapkın komşusunun adeta küçük bir haremi vardı. Her gece başka bir kadınla, Caroline'ın yatak başındaki tabloyu kafasına düşürecek kadar hızla duvarları gümbürdetiyordu. Hatta Caroline'ın kedisi Clive bile bu seslere kayıtsız kalamamış, düz duvara tırmanmaya başlamıştı. Artık uyku haramdı. 
Kapı deliğinde nöbet tutmasına rağmen bu gizemli adamın neye benzediğini bir türlü göremiyor, meraktan ve sinirden çıldırıyordu. En sonunda, bir gece, bu tantanaya daha fazla dayanamayıp hışımla adamın kapısını çaldı. 
İlk görüşte aşk, hiç bu kadar eğlenceli, komik ve tutkulu yazılmamıştı...

Evet sonunda Sayın Duvardelen'imizle tanışmış olduk. Bazılarınız turu bekleyemeyerek kitabı satın alıp okumaya başladı. Bazılarınız ise turumuzu bekliyorsunuz - ki iyi yapıyorsunuz. Çünkü tur sonunda çekilişle 5 kişiye çok sevgili Simon’umuzu hediye diyoruz :) Çok uzatmıyorum ve sizi alıntılarla baş başa bırakıyorum. Ama şimdiden uyarmak istiyorum yazının sonunda kitabı hemen almak isteyebilirsiniz, benden söylemesi ;)

 

Tak.
“Ah, tanrım.”
Tak tak.
“Ah, tanrım.”
İnanılmaz. 

Bu kez daha çabuk uyandım çünkü ne duyduğumun farkındaydım. Yatakta doğrulup arkama baktım. Sonra bir ses duydum… Bir hırlama mıydı?
Clive’a baktım. Kuyruğu iyice kabarmıştı. Sırtı yay gibi gerildi, yatağın ucunda bir ileri bir geri yürümeye başladı.
 

“Hey bayım. Her şey yolunda. Gürültücü bir komşumuz var, hepsi bu.” Elimi uzatıp onu sakinleştirdim. İşte o sırada duydum.
“Miyaavvv.”
Başımı yana çevirip daha dikkatlice dinledim. Clive’a baktım. Bana ‘ben değildim,’ dercesine bakıyordu.
“Miyaaav!”
Ah tanrım.
“Miyavv!”
Yan taraftaki kadın miyavlıyordu. Komşum bunu yapmak için nasıl bir muamele yapıyordu acaba?

“Ah, hayır. Dün gece doğuştan deli biriyle tanışma şansına eriştim ve ona Miss Pisi adını verdim,” dedim.
“Miss Pisi mi? Anlamadım.” Kaşlarını çattı.
“Komşumun dün gece miyavlattığı Rus Kadın.” Jillian yine güldü.
“İki gecede iki ayrı kadın. Etkileyici,” dedi iç geçirerek.
“Hadi ama etkileyici mi dersin buna? Hayır. Erkek fahişe desek? Evet.”
“Vay canına, ismini biliyor musun?”
“Aslına bakarsan biliyorum. İsmi Simon. Çünkü hem Şaplakçı hem Miss Pisi defalarca adamın ismini haykırdılar. Duvardan gelen seslerden anladım. Tanrının salağı bir Duvardelen,” diye mırıldandım.

“Oda neden dönüyor? Jillian’ın dairesine ne yaptınız kızlar? Eğer evine, kira düzenlemesini etkileyecek bir hasar verirsem beni öldürür?” diye sızlandım odanın dönmesini seyrederek.
“Oda dönmüyor. Rahatına bak,” diye kıkırdadı Mimi.
“Peki ya o tak tak sesi, neyin nesi bu?”
“Caroline ses filan yok. Ah tanrım, düşündüğümüzden de çok içmiş olmalısın!” diye haykırdı Sophia. Yatağımın ucuna oturdu.
“Hayır Sophia, ben de duyuyorum. Sen duymuyor musun?” dedi Mimi fısıltıyla.
Sophia sustu. Üçümüz birden sese kulak verdik. Bariz bir tak tak sesi ve ardından da kuşku götürmez bir inleme sesi geldi.

“Yavrular, arkanıza yaslanın. Birazdan Duvardelen’in performansına tanık olacaksınız,” dedim.


“Şimdi bana bakın bayım, ne kadar gürültü yaptığınızın farkında mısınız? Uyumaya ihtiyacım var benim! Eğer bir tek gece, tek bir dakika daha sizin ve hareminizin duvarıma vurduğunu duyarsam aklımı oynatacağım!”

Arada oluşacak, oluşabilecek, oluşması gereken o Clooneyvari gerilimi ortadan kaldırmak için bağırdım.

“Sakin olun. O kadar da kötü olamaz. Duvarlar epey kalın.” Gülümsedi. Elini yumruk yapıp etrafına cazibe yayarak kapının çerçevesine dayadı. İstediğini elde etmeye alışkın olduğu açıktı. Karın kaslarına bakınca bunun nasıl olduğunu anlayabiliyordum.

“Aklınızı mı yitirdiniz siz? Duvarlar kafanız kadar bile kalın değil. Her şeyi duyabiliyorum! Her şaplağı, her miyavlamayı, her kıkırdamayı ve yetti artık. Bu saçmalık şu anda sona erecek!”


Benjamin yanımızdan ayrıldığında tanıştırmaların devam etmesini sağlamaya çalıştım. Havadan sudan konuşmaya başladık. Arka tarafta Neil tanıdığı birini fark edip bağırdı.

“Parker, baksana, gel de yeni arkadaşlarımız o güzel yüzünü görsün.”

“Geliyorum, geliyorum.” Arkamda bir ses duydum. Aramıza kimin katıldığını görmek için arkamı döndüm. İlk gördüğüm mavi renkti. Mavi bir kazak, mavi gözler. Mavi. Çok güzel bir mavi. Sonra mavinin sahibi olan kırmızıyı gördüm.

“Kahrolası Duvardelen,”diye tısladım.

“Kahrolası Pembe Gecelikli Kız.”

“Sen benimle dalga mı geçiyorsun? ‘Aletdurduran’ ne demek? Seni ve haremini dinleyerek bir gece daha geçirmek istememem beni aletdurduran yapmaz, tamam mı?” dedim dişlerimin arasından.

“Kapımı yumruklaman bütün seks hayatımı sona erdirdi. Tabii ki bu durum seni aletdurduran yapar. Aletdurduran!” dedi dişlerinin arasından.




Tekinsiz bir kahkaha atıp kapısını açtı. Gözlerini gözlerime dikip arabanın ön tarafından dolanıp kapımı açtı. Uzattığı elini tutup arabadan indim. Sağ başparmağıyla sol elimin içinde küçük bir daire izi bıraktığını neredeyse fark etmeyecektim. Neredeyse fark etmeyecektim. Ne demezsin! Tenimi ürpertmişti. Alt Kattaki Caroline’ı doğrultmuştu. Peki ya sinirler? Kendi içlerinde büyük patlamalar yaşıyordu.

Eve gitmek üzere bindiğim takside kafamda bu düşünceler dolaşırken birden telefonumdan bir sinyal sesi geldi. Tanımadığım bir numaradan bir mesaj gelmişti.
 
Gecen güzel geçti mi?
 

Hangi tanrının belası bana mesaj atıyordu?   
Hangi tanrının belası bana mesaj atıyor? 

Yanıtı beklerken arkama yaslanıp ayakkabılarımı çıkardım. Telefonumdan ses geldi.
 
Kimileri beni Duvardelen olarak tanır.
 

Bunun üzerine kıvrılıveren ayak parmaklarımdan dolayı kendimden biraz nefret etmiştim. Aptal parmaklar.

San Francisco’da tuhaf olaylar dönmekte. İkisi de yanlış insanla çıkıyor. Şok edici. Mimi Ryan’dan bahsetmekten kendini alamıyor. O da sık sık üzgün köpek bakışları ile Mimi’yi süzüp duruyor. Sophia ise Neil’in devasa erkek ellerinin hasretini çekiyor. Neil’in kendisine bakıp durduğunun farkında bile değil. Çok komik.
 

Neden eş değiştirmiyorlar?
 

Dedi harem ağası! Ne sandın, bir kere o kadar kolay değil bu işler.
 

Ben dönene kadar bekle, bu işi hallederim.
 

Pekala, Bay Hallederim. Resimlerimi astıktan sonra mı önce mi?
 

Hiç tasalanma Gecelikli Kız. Yatak odana girmeme az kaldı.
Soruma cevap vermedin…
 

Neden bahsettiğini anladığımda yüzümün yandığını hissettim. Birden hararet basmıştı, ince bir sızı hissettim. Hani ayağınız uyuşur ya. Onun gibi. Ama iyi anlamda. Hay aksi!
 

Birini becerip becermediğimle ilgili soru mu? Ah, ne kadar densizsin. Ama bir dakika, arkadaşlar böyle şeyler sorabilir, öyle değil mi?
 

Evet, sorabilir. 
Ee nolmuş?
Sen tam bir baş belasısın. Bunu biliyorsun, değil mi?
Söyle hadi. Şimdi utangaç numarası yapma bana.
An itibariyla hayır, yok. Kimseyle yatmıyorum.
 

Yan taraftan bir ses duydum, sonra da duvarda kesintisiz devam eden tak tak sesleri.
 

Ne yapıyorsun tanrı aşkına? Bu ses senin kafandan mı geliyor?
Beni deli ediyorsun Gecelikli Kız.



Yalnız mısın?
 

Evet.
 

Bahse girerim ki yalnız olmamayı isterdin.
 

Hem de nasıl.
 

Pfff… Seni yumuşak kalpli moruk.
 

Benimle ilgili hiçbir şey yumuşak olamaz Caroline.



İşin bitti mi?
Bitti, evde seni bekliyorum.
Bak işte bu güzel bir görüntü…
Kendini hazırla, ekmeği şimdi fırından çıkartıyorum.
Benimle dalga geçme be kadın… Kabaklı mı?
Kızılcıklı ve portakallı. Hımmmm…
Daha önce senin gibi kahvaltı ekmeği ile ön sevişmeye başlayan birini tanımamıştım hiç.
Ha! Ne zaman geliyorsun?
Arabayı. Düzgün. Kullanamıyorum.
On iki yaşında bir çocuk gibi davranmadığın bir konuşma yapabilir miyiz acaba?
Pekala. 30 dakikaya oradayım.
Güzel. Çörekleri dondurmak için yeterli bir zaman.
Nasıl?
Ah, söylemedim mi? Tarçınlı çörek yaptım ayrıca.
25 dakikaya oradayım.

“Bu gördüğüm gerçekten güzel bir popo arkadaşım.”
İç çekti, başını yastığa yaslarmış gibi popoma yasladı.
 

“Hey. Popocu Bey. Kaseye değil yola dikkat et yoksa sana ekmek filan yok.”
 

Kafasına popomla bir tane vurdum. O sırada Simon bir virajı alırken arabada savruldum.
 

“Caroline, arkada kendine dikkat etmen gerekir yoksa arabayı kenara çekeceğim.”
 

“Ah, kes şunu. Al, kahrolası ekmeğin.” dedim. Hiç de zarif olmayan bir biçimde sürüne sürüne ön taraftaki yerime geçtim ve ekmeği Simon’a fırlattım.
 

“Ne oluyor yahu? Atma şunu. Ya senin yüzünden ekmeğe bir şey olduysa?”



Kikirdek çok hoş olduğumu söylemişti.
Bana resmen Simon’ın ona çok hoş olduğumu söylediğini söylemişti.
Simon çok hoş olduğumu düşünüyordu.
Kikirdek haremden çıkmış mıydı yani?
Ortada bir harem var mıydı artık?
Bu ne anlama geliyordu?
Bundan böyle hep soru cümleleriyle mi düşünecektim?
Eğer öyleyse Eric Cartman’ın babası kimdi?


 
“İç çamaşırlarına karşı bir alerjin mi var?” diye fısıldadım.

Tek dizimi kaldırıp ona kalçalarımın arasına doğru ittim.

“Senin iç çamaşırlarına karşı bir alerjim var. Hala orada olmaları utanç verici değil mi?” hınzırca gülümsedi.

Kalçalarını bana doğru hareket ettirdi.

“Utanç verici değil. İçimden bir ses orada fazla kalmayacaklarını söylüyor.”

Yanıma gelirken gözlerini kırpıştırıyordu. “Hiç anlamıyorsun, değil mi?” Ellerini köprücük kemiğime koyup parmaklarını açtı. Baş parmağını göğüslerimin başladığı yerde gezdirdi.
 

Nefesim hızlandı, bedenim bana aldırış etmeden birden canlandı. “Neyi hiç anlamıyorum?” diye mırıldandım.Beni duvara dayamasına izin verdim.
 

“Beni nasıl ele geçirdiğini Gecelikli Kız.

“Simon seni seviyorum kahrolası.”
 

“Ben de seni seviyorum Gecelikli Kız. Şimdi şu çamaşırlarından kurtul ve beni tatlıyla besle biraz.”


Beni yatağa bıraktı. Hafifçe zıpladım ve yan tarafıma döndüm, yatak başından bir ses geldi. 
“Benim duvarlarımda da ses çıkaracak mısın Simon?” Güldüm. 
“Hem de hiç ummadığın kadar.”




“Caroline?”
“Hı-hımmm?”
“Yere attığım ekmeklerin arasında hiç… şey…”
“Evet?”
“Kabaklı ekmek var mı?”
“Evet, Simon, kabaklı ekmek var.”
“Caroline?”
“Efendim?”
“Seni daha fazla sevebileceğimi düşünmezdim ama her nasılsa öyle.”
“Buna memnun oldum Simon. Şimdi bana şekeri ver.”



“Şeker iyidir, cildi ölü hücrelerden arındırır,” dedim. “Unun ne gibi faydaları var bilmiyorum ama.”
 

“Ölü hücrelerden arındırır mı?” 

“Evet. Fark ettim ki burada her seviştiğimizde üzerimize yapışan şekerler ölü hücrelerimizi atmamıza yardımcı oluyor.”
 

“Sen ciddi misin Caroline? Ölü hücreler mi? Hiç seksi olduğu söylenemez.”
 

“Biraz önce şikayet etmiyordun ama.”
 

“Tabii ki. Nasıl şikayet edebilirim ki? Unutma, bana elmalı turta yapacaksın.”
 

“Unutmam ama o sözü verdiğimde bir bakıma baskı altındaydım.”
 

“Ne baskısı? Benim altımdaydın.”
“Simon?”
“Hımm?”
“Uyuyor musun?”
“Mh-hımm.”
“Diyecektim ki… Şey… Eve erken dönmene çok memnun oldum.”
“Mh-hımm, ben de.”
“Ve sana tutuldum.”
“Mh-hımm, ben de.”
“Tutuldum gibi tutturdum.”
“Mh-hımm, ben de.”
“Kutu kutu unutuldum.”
“Kutu kutu, mm-hımm…”
“Simon?”
“Mh-hımm.”
“Uyuyor musun?”
“Mh-hımm.”
“Seni seviyorum.”
“Ben de seni seviyorum.”






Koşu ayakkabılarımı gördün mü?
Evet, banyoda. Nereye koyduysan orada. Bu sabah onlara takılıp yere yuvarlandım.
O ses senden mi geldi?
Duydun mu?
Evet, beni uyandırdı.
Yine de iyi miyim diye gelip bakmadın.
Clive’ı rahatsız etmek istemedim.
Senin yanında uyumasına inanamıyorum. Hain kedi.
Artık biz arkadaşız. Yani… Arkadaş sayılırız. Yine tişörtüme işedi.


“Nasıl bir geceydi ama,” dedi.
İki düğme açıldı.
“Bana mı söylüyorsun? O ikisinin başından beri çöpçatanlık yapmasına inanamıyorum! Fakat diğer iki çift için kendilerine bir pay çıkarmamaları gerekir bence. O bizim sayemizde oldu.”
“Kapımı çaldığında havada aşk kokusunun olduğu kimin aklına gelirdi ki?”
Bir düğme daha açıldı.
“Şansa bak ki cazibeme kapıldın, kaçınılmaz olarak.”
“Maharet sende değil, gecelikteydi Caroline. Beni çeken gecelikti. Caziben de ikramiyesi oldu. Bir anlaşma sonucunda bir kız arkadaşımın olacağı aklımın ucundan geçmezdi.”




“Ah tanrım,” dedim inleyerek. Sonra onu duydum.
Tak.
“Ah tanrım,” dedim tekrar inleyerek.
Tak tak.
Sesi duyunca kıkırdadım. Vuruşuyorduk.
Tek kaşını kaldırıp bana baktı. 

“Komik olan bir şey mi var?” diye sordu hareket etmeyi keserek. 
Yavaş, çok çok yavaş bir biçimde kendini bana doğru itti.
 

“Duvarları inletiyoruz.” Tekrar kıkırdadım.
Güldüğümü anlayınca değişen bakışlarını seyrettim. 


“Kesinlikle öyle,” dedi hafiften gülerek. “İyi misin?” 
Bacaklarımı beline daha sıkı doladım, ona mümkün olduğunca yakın olmak istiyordum.
 

“Elinden geleni ardına koyma Duvardelen!”




a Rafflecopter giveaway




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder